Anka

Anlayış (Kasım 2008)

Mehmet, hırkası sırtından, asası elinden alınmış; sırtına siyah bir ceket, eline de tez yazım kılavuzu tutuşturulmuş zamane bir dervişin kötü dekupe edilmiş bir fotoğrafı. Üstelik eşi tarafından anlaşılamamış, seküler dünyaya ayak uyduramadığı gibi bu dünyanın nimetlerine kendisi gibi alerjik reaksiyon göstermeyen oğluyla da ortak bir dil bulamamış bir baba. Tüm bunlar yetmemiş gibi bir de Sadık Yalsızuçanlar’ın son romanının başkahramanı olmuş.

Yalsızuçanlar’ın Timaş Yayınları’nca basılan romanı Anka, Niyazi Mısrî’yi ve eserlerini doktora tezine konu olarak seçen bir akademisyenin başından geçenleri daha doğrusu doktora öğrencisi Mehmet’in tezinin yazımı süresince yaşadığı transandantal serüveni konu alıyor. Mısrî’yi malzeme ölçeğine indirgemenin bunalımıyla bu zaman zarfında yaşadığı inayet-keramet-tecelli üçgeni arasında bocalayan Mehmet sonunda nereye mi varıyor? “Hiç”e. Yalsızuçanlar’ın deyimiyle “bu hikâyenin sonunda vardığımız şey sadece hiçbir şey.”

Satır aralarında, Mısrî’nin eserlerinden yapılan alıntılara bol miktarda yer veren roman, bu alıntılar üzerinden gayb âlemine, oradan Mehmet’in iç dünyasına, oradan da günümüzün dış dünyasına açılan köprüler kuruyor. Bu köprüler yer yer Adnan Menderes’ten Ludwig Wittgenstein’a, Yunus’tan Sultan Murat’a uzanan anakronik bağlantı yollarıyla zenginleştirilmiş. Zaman zaman diyaloglar yoluyla akışın rahatlatılıp, okunurluğun kolaylaştırılmaya çalışıldığı romanın, okurunun sabır çıtasını yükseltip, onu nefis terbiyesinin kapısının önüne bıraktığı da söylenebilir.

Yorum bırakın