‘SCIENTOLOGY’ VE İNANÇ HAPİSHANESİ

HAYAL PERDESİ / BELGESEL ODASI / MAYIS – HAZİRAN 2017

scn2

“Şimdi seansımıza başlıyoruz. Olan biten her şeyin bilincinde olacaksın. Hayatında çok net hatırladığın bir olayı bulacağız. Ve seni bu olayın gerçekleş­tiği zamana götürürken onu azaltmış olacağız. Acını azaltacağız. Olayın başı­na git. Neler olduğunu anlat bana.”

Bu cümleler 2015 yapımı belgesel film Scientology ve İnanç Hapishanesi’nin (Going Clear: Scientology and the Pri­son of Belief) jeneriğinde yer alıyor. Amerika’da ortaya çıkan ve dünyaya yayılan Scientology tarikatının, 2007 tarihli Sabah gazetesi haberine göre yedi kıtada on milyon üyesi var ve yüz yirmi ülkede örgütlü. Scientology tari­katı 2005 yılında Türklere yönelik çalış­malara da başlar. Türkiye’deki temsilci­leri gazetelere röportaj bile verir.[1]

Önce bu kilise, din yahut tarikat ola­rak isimlendirilen harekete hızlıca göz atalım. Tarikatı 1954 yılında Amerikalı L. Ron Hubbard kurar. Hubbard, “renkli” bir kişilik. Geçmişinde askerlik de var, ikinci sınıf bilim kurgu hikâyesi yazar­lığı da. Yazar olarak kariyerine, “İnanıl­maz Bilim-kurgu” isimli dergide insan­ları yıldızlara yollama konulu hikâye dizisi yayınlayarak başlar. Uydurduğu bu ilginç hikâyelere “teolojisini” de taşır. Gerçekmiş gibi insanlara anlatır ve ken­disine inanmalarını bekler.

Askeri görevinin ardından bazı önemli uzay bilimciler ile yakın arka­daşlık kurar. Bu bilim adamlarından Jack Parsons’ın asistanı olur. Aydaki kraterlerden birine adı verilmiş bu bi­lim adamı aynı zamanda bir kara büyü tarikatının da lideridir. Muhtemelen “eşeğin aklına karpuz kabuğu düşü­ren” de bu karşılaşma olur. Hubbard, sonraları kuracağı “dinin” kutsal kitabı Dianetik’i yazmayı o günlerde kafasına koyar. Kitap yayınlandıktan kısa bir süre sonra rekor satış sayısına ulaşır.

Belgeselin anlatıcılarından Paul Hag­gis, sözde inancın temel kitaplarından kabul edilen Dianetik: Modern Zihin Sağlı­ğının Temel Bilimi isimli bu kitap sayesin­de Scientology ile tanışır ve otuz beş sene bu yapı içinde kalır. Haggis için itirafçı da denebilir. Onunla birlikte bu yapıya üst düzey yönetici olarak yıllarını vermiş baş­ka isimler de var. Bu isimlerin çoğu Holl­ywood sinemasının oyuncu, yapımcı ve yönetmenleri. Bu nedenle Hollywood tari­katı diye de anılıyor. Tom Cruise, John Tra­volta gibi ünlü isimler de yapıya üye. Hatta Tom Cruise bugün Scientology’nin ikinci adamı olarak anılıyor. Filmde Travolta’nın hayranlık dolu ifadelerine yer veriliyor. Travolta, hedefleri bu kadar “açık” başka bir grup tanımadığı için üye olmuş. “Açık” “clear”ın tercümesi. Üyelerini temizlemek, arındırmak tarikatın ilk hedefi. Temizlik işlemi “e-metrelerle” yapılıyor. Bu işlemin sonucunu da aynı kelimeyle ifade ediyor­lar: Clear. Temiz insanlar.

Bir Bilim Kurgu Evreni

Hubbard, hedefini şöyle tanımlıyor: İnsan maddelere, dünyevi isteklere indir­genmiş ruhani bir varlık ve kurtarılması gerek. Amaçladığı insanı yaratmak için bir tür mühendislik yöntemi kullanıyor. “E-metre” diye isimlendirdiği, kendi icat ettiği makineyle, üyelerin bilinçaltını te­mizlemekle işe başlıyor. Yalan makinesi­ne benzetilebilecek bu cihaz, kişiyi ken­disine üzüntü veren anılardan kurtarıp, yerine gerçek olmasa da ona mutluluk veren asılsız bir geçmiş kurduruyor. İn­sanlar bu seanslardan “içmeden sarhoş” huzuruyla ayrılıyor ve sonu gelmeyen seansların neredeyse bağımlısı oluyorlar. Filmin girişindeki cümleler de bu seans­lardan birine ait.

Scientology’nin Hollywood tarikatı olarak anılması boşuna değil. Mensupla­rının meslekleri bir yana ayinler oldukça sinematografik. John Malkovich Olmak (Being John Malkovich, 1999) filmini çağ­rıştırıyor. Yapının üyeleri Hubbard’ın zihninde, yıllar süren bir yolculuğa çıkıyor. Zaman geçtikte her biri birer Hubbard’a dönüşüyor. Amaç bu.

Scientology’nin birçok yönetmene ilham vermiş olması muhtemel. İzle­yenler fark edecek: öğretiler ve ayinler bilim kurgu filmleri için inanılmaz mal­zemeler sunuyor. Hatta 2010 yapımı Baş­langıç (Inception) sanki Scientology’den bahsediyor. İnsanların bilinçaltının de­rinliklerindeki değerli sırları çekip çı­karmak ve onları çalmak teması tam da Scientology’nin yöntemini anlatır gibi. Yazının başındaki cümleleri hatırlayalım: “Şimdi seansımıza başlıyoruz. Olan biten her şeyin bilincinde olacaksın. Hayatında çok net hatırladığın bir olayı bulacağız. Ve seni bu olayın gerçekleştiği zamana götü­rürken onu azaltmış olacağız. Acını azal­tacağız. Olayın başına git. Neler olduğunu anlat bana.”

Bu cümleler bilim kurgu filminden replikler değil. Mensuplara uygulanan se­anslarda kullanılan telkin cümlelerinden biri. Seanslar ileri seviyelere taşındıkça bu cümleler daha da ilginçleşip kişinin gerçeklik algısını alt üst ediyor. Önce iyi­leştirip sonra da tabiri caizse delirtiyor, hipnoz yöntemi gibi de görülebilir.

Vergisiz Kazanç Yöntemi

L. Ron Hubbard, kelimesi bir sent’e bilim kurgu hikâyeleri yazdığı dönem­de daha az zahmetle daha çok para kazanmanın yollarını aramaya başlar. Yasalara göre din kisvesi altında elde edilen kazancın vergiden muaf olduğu­nu bilir. Ona göre para kazanmanın ger­çek yolu din yaratmaktan geçer. 1950’de yayınlanan Dianetik: Modern Zihin Sağ­lığının Temel Bilimi büyük satış başarısı elde eder. Aylarca The New York Times’ın en çok satanlar listesinde başı çeker.

Kitap deneysel bir psikolojik yöntem geliştirme iddiasındadır. Hubbard, teori­sini din olarak tanımlayıp elde edeceği kazancı tümüyle cebe indirmeyi kafası­na koyar. Yaşadığı dönem boyunca Sci­entology kilisesi bünyesinde onlarca şir­ket kurar. Yok pahasına çalıştırdığı üye­lerinin yönettiği şirketlerden ve mensup­larına uyguladığı seanslardan elde ettiği gelirin tek kuruşuna vergi ödemez. Ama vergi memurları da hayatı boyunca peşi­ni bırakmaz. Bu savaşın zafer borusunu çalmak ona değil, halefi Miscavige’e kıs­met olacaktır.

Devlete Karşı Casusluk

Hubbard 1986 senesinde ölür ve David Miscavige isimli kilise üyesi ye­rini alır. Miscavige kilisenin elinde bü­yümüş genç bir mensup. Bu dönemde işin rengi değişir. Kilise insan kurtarma misyonunun ötesinde bir kimliğe bürü­nür. Kendisinden vergi isteyen IRS’ye (Internal Revenue Service)[2] savaş açar. Binlerce kilise üyesi aynı anda, Sciento­logy ile ilgisi olmayan iki bin dört yüz adet dava açar ve hukuk kâbusu yaratır.

Miscavige aynı zamanda ABD tari­hinde devlete karşı yapılan en büyük ca­susluk operasyonunun mimarı olur. Özel dedektiflerle vergi memurlarının kişisel bilgilerini ele geçirir. Kilisenin casusları Adalet Bakanlığı’na girer ve dosyaları ça­lar. FBI kiliseyi basar ve didik didik eder. Kiliseye birçok soruşturma açtıysa da sa­vaş kilisenin zaferiyle sonuçlanır. Savaşın sonunda kilise talep ettiği imtiyazı elde eder. IRS teslim olur. Kilisenin vergi bor­cu bağışlanır ve üyeleri vergiden muaf tutulur. Scientology bir din olarak tanınır. Hubbard’ın romanları bile dini metin ola­rak kabul edilir ve gelirleri vergiden muaf tutulur. Kilise IRS’le uzlaşır.

Peki bu savaşta kilisenin kullandı­ğı yöntemler nelerdir? Bazılarını şöyle sıralayayım:

– İnsanları taciz eden özel dedektifler.

– Kişisel davalar açarak yoluna çı­kan veya kendisine destek vermeyen­leri iflas ettirme.

– Kişisel telefon kayıtlarının ele ge­çirilmesi yoluyla şantaj ve tehdit etme.

– Kiliseden ayrılan üyelerin aylarca ev­lerini gözetleme ve telefonlarını dinleme.

– Mahrem bilgilerini kullanarak üye­lerini tehditle susturma. (Travolta bu muameleye maruz kalan isimlerden)

– Kiliseyi korumak için üyelerine her türlü yalanı mübah sayma.

– Kiliseden şüphe duyan ve huzur bozan düşünceler besleyen üst düzey yöneticilerini kampa alarak rehabilite adı altında kürek mahkûmu gibi kul­lanma ve işkence etme.

– Kiliseye aykırı düşünceler besle­yen üyeleri eşlerinden ayırma, ailele­riyle görüşmelerini yasaklama. (Film­de, yirmi beş sene gibi uzun bir zaman boyunca kızıyla görüşmeyen bir anne­nin itirafları yer alıyor. Sadece kız de­ğil, tüm ailesi kilise mensubu ve kadın kiliseden ayrıldığı için artık ailesinden hiç kimse onunla görüşmüyor.)

Bu yöntemler kiliseden ayrılan üye­lerin tanıklıklarıyla aktarılıyor. Tanıdık geliyor değil mi? İstihbarat ve casus­luk faaliyetleri 15 Temmuz’da askeri darbe girişimiyle son raddeye varan FETÖ’nün yöntemlerine benziyor. İkisi de bir tür toplum mühendisliği projesi. FETÖ’nün askeri darbe girişimi Ame­rika’daki gibi başarıyla sonuçlanmadı. Ama yaşadığımız toplumsal travmanın boyutları ve sonuçları vahim. Kurulu­şundan beri askeri amaçlar belirlemiş bu örgüt milyonlarca temiz insanı pa­ravan olarak kullanıp kenara fırlattı. Bayrağı kimlere teslim ettiği ise dünya basınına şöyle bir göz atıldığında görü­lebilir. O tarihten beri dünyanın gözü kulağı Türkiye’de. Yaşadığımız büyük kırılmanın sonuçlarını ise hâlâ kestire­miyoruz.
[1] Tutkun Akbaş, “Scientology tarikatının ünlü Türk müritleri var”, Sabah, 1 Tem­muz 2007.
[2] ABD’de gelir idaresi alanında faaliyet gösteren devlet dairesi.

Yorum bırakın